22 Ekim 2016 Cumartesi

Perilerin Şehri: Kapadokya


       Herkese güzel bir tatil gününden merhabalar... Biliyorum son yazdığım gönderiden bu yana baya bir  zaman geçti. Yazının konusu Kapadok'ya olacağı için eminim bu geçen sürede pek çok kere Kapadok'ya ya gidip gelinirdi. Ne desem bahane olacak... Ne desem geçmişi değiştirmeyecek... 

       Kapadokya'nın yeryüzü oluşumu bakımından çok dikkat çekici. Okula başladığım yıllardan beri adı hep vardı hayatımda. Hele Asmalı Konak dizisini seyredince... İple çekerdik dizinin yayınlandığı günü. Sınavlarımızla aynı güne denk geldiğinde bile diziyi seyrederdik. Bize o gün derslerle ilgili soru sorduklarında ne ödevimiz vardı ne de sınavımız :) Yer, konu, karakterler çok  güzel bir ahenk yakalamıştı... Hele konak o kadar güzeldi ki... Tabi o günlerde Kapadokya'ya gitmek düşüncesi yoktu. Hayallerimde bile gitmek düşüncesi yoktu...

      Aradan yıllar geçtikçe Asmalı Konakla atılan merak tohumu belgesellerle, diziler filmler resimlerle büyüdü büyüdü sonunda son bir kaç yıldır gimeliyim diyipte gidemediğim yer olarak kaldı. Hele Tolga Çevik ve Ezgi Mola'nın oynadığı Patron Mutlu Son İstiyor'undan sonra kesinlikle gitmeliyim dedim. Hiçbir filme 3 kere para veripte gittiğimi hatırlamıyorum. :) Hala da TV'de gördüğümde oturup seyrederim.  

       Sonunda önceki yazılarımda  bahsettiğim arkadaş grubumla gitmek nasip oldu. Yolda hep şunu düşündüm. Hani Ülkemiz 7 ayrı bölgeye ayrılıyor ya nasıl sınıflandırmışlar. Tamam yeryüzü şekillerine, iklimine, yükseltisine göre ama yine de çok ilginç geliyor. Hele girişte ilk oluşumları görünce daha çok ilginç geldi. Sanki farklı bir gezegene gelmiş gibiydim.

       ilk uğradığımız Devrent Vadisi idi. Burda biraz gezme vaktimiz oldu. Ben bu oluşumların nasıl oyulup ta eve dönüştürüldüğünü hep merak etmiştim. Acaba oymak çok yorucu bir iş mi diye. İlk arabadan indiğimde koşa koşa bir peri bacasının dibine gittim. Serçe parmağımla hafiften oluşuma dokundum. Hatta azıcık ovayım dedim. Baktım ki kolayca dökülüyor. Bu oyma işinde ne varmış bende yaparım dedim. Sonra geziden geldikten sonra araştırdım. İbrahim BAŞTUTAN (Gamiaru Cave Hotel) 'ın bir röportajına denk geldim. "Oteldeki taş oymaları öğrenip kendim yaptım. Beş yılda altı oda açabildim." Okuduklarıma inanamadım. Düşünsenize bir 3+1'i herhalde bir 4 yıl sürer. :) Hasbinallah yaparım dediğim işe bak... :)) 

                      

       Burda gezerken meşhur deve şeklindeki meşhur peri bacasını gördüm. Sonra bir baska yöne baktım fok mu  desem yunus  mu desem bilemedim... Sonra sonra baktım ki diğer oluşumlar da bir şeylere benzemeye başladı. Hayaller görmeye başladım. :) Hakikatten Devrent, hayaller vadisiydi. 

         İnternette bir araşatırayım dedim. Sadece ben miyim böyle hayaller gören diye ;) Hayal görenler arasında çok bilinenleri sizinle paylaşmak istedim. :)

       1704 yılında Fransa Kıralı XIV Louis tarafından görevlendirilen Paul Lucas Peribacalarını "Kukuletalı rahipler"e, üzerlerinde taş olanlarıda "kucağında çocuk İsa'yı tutan  Meryem Ana'ya" benzetmiş...

          Ainsworth bu oluşumları "fantastik bir şekilde kuşa, arslana, timsaha yada balığa benzediğini " söylemiş... 

      Hele bulduğum bir başka ilginç bir bilgi onu da ekleyeyim. Fransız bir gezgin 1800 yıllarında buraya gelmiş ve gördüklerinin resimlerini çizerek bir sayahatname hazırlamış. Bu seyahaname yayınlandığında insanlar onunla dalga geçmiş, hayal gördüğünü düşünmüşler...

        Ben W.S.Hamilton'un söylemiş olduğu "Kelimeler bu olağanüstü yerin görüntüsünü anlatmaya yeterli değildir" sözüne sonuna kadar daha ilk durağımızda katılıyorum. 

        Bunlar eskilerin ne söyledikleri ile ilgiliydi. Şimdikileri ne söylediklerini yazmak istemiyorum. Zaman herşeyi değiştirdiği gibi yaşam şeklini değiştirdiği gibi düşünme şeklini de değiştirmiş. Ne demişler "Dervişin fikri neyse zikri de o olur"muş...

      Benim en çok merak ettiğim diğer bir konu ise bu yerin adını neden Kapakdokya koymuşlar. Mesela neden bu bacalarla ilgili bir isim koymamışlar. Kapadokya'nın anlamı güzel atlar ülkesiymiş. Meğer bu isim At yetiştiriciliği ile meşhur Hitit Tabal Krallığından sonra buraya hakim olan Persler tarafından Katpatuka'dan geliyormuş. Tabi ki şimdilerde yok. Şimdi aklıma Timurun fillerinde içinde bulunduğu ordusunu Ankara ovasındaki ormanlık alana saklamış olduğu geldi. Neden acaba?... 



        Her yer gerçekten çok etkileyici idi. Ama en çok 1985 yılında Dünya Miras Listesine alınan Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Kayalık Sitler alanı etkiledi. Havanın tam gezilecek bir hava olması da etkisi de var tabii. İlk girişte ücret ödeniyor. Aynı zamanda burda Müze Kart satışı da yapılıyor. Ben Açık Öğretim Fakültesi öğrencisi olduğum için 20 TL'ye aldım (2016 yılı için). Normal Müze Kart 40 TL idi. 40 TL de olsa yine alırdım. Daha geziyi bitirmeden kendini amorti ediyor. Ve bu Kartı 1 yıl boyunca kullanabiliyorsunuz.   Ben gezerken sıcak havaları çok sevmem. Ter, su ihtiyacı vb. sebeplerden. Neden  bu konuya atladım. Her mevsimde çok güzel olduğu söylenen Kapadokya bence bahar aylarında gezilmeye daha müsait. Doğanın sunduğu bu güzelliklere insanların oyarak güzelleştirdikleri bu yer ortalama bir gezgin için parkın içindeki yollar çok güzel yapılmış. Fakat çok sıcak havalarda gidilecekse suyunuzu yanınızda götürmeniz gerekiyor.


       Buralarda gezerken kendimi buralara ışınlanmış gibi şimdiki zamana rağmen farklı bir zamanın insanı gibi hissetim. Bu modern yollar ise buraya tesadüfen ışınlanılmadığını, sürekli ışınlanmanın bir yolunun bulunmuş olduğunu düşündürttü. Bu yüzden önümde muhteşem bir ortam. 


Arkamı dönüyorum muhteşem bir manzara. (Sübhanallah)



       Nihayet evimin yolunu buldum dermişim. :) Sanki şimdi annem camdan bakıp elini sallayarak "ayşe gel yemek hazır" diyecek gibi.

       Aslında buralarda dolaşırken annemin ne kadar şanslı olduğunu düşündüm. Düşünsenize Trabzon gibi bir yerde daha okula bile gitmeyen çocuğunuz kaçıyor tarlalardan ormanlardan tek başına anneannesine gidiyor. Ya da köyde herhangi bir akrabanıza gidiyor. Hatta ve hatta mısır tarlalarında uyuyor. Sizin haberiniz yok. Telefon yok.  Sonra bir bakmışsınız gelmiş. Hele buralarda olsaydım herhalde benden ümitlerini keserlerdi. Herbir mağarayı arayana kadar kimbilir ne kadar zaman geçerdi. :) O kadar yaramazdım. 

       Annem benim. Rabbim meleklerinden bir tanesinin kanatlarını koparmış dünyaya göndermiş o da yetmezmiş gibi bir de benim kadar yaramaz çocuk vermiş. :) Annelerin hakkı ödenmez...

       Bazı yerlerde fotoğraf çekilmesine izin veriliyor. Bende bir kaç tane çektim. Aynı yerin üstteki flaşsız hali alttaki ise flaşla çektiğim fotoğrafı. İkisi de birbirinden güzel diyemeyeceğim. Üstteki kesinlikle çok daha güzel... :)



       Buralarda en çok göze çarpan yerler kiliseler, yemekhaneler ve mezarlıklar göze çarpıyor. Mesela alttaki ki gibi açık mezar çok vardı. Burdaki kiliseleri gezerken içimden insanlar yemişler (Sadece Göreme Açık Hava Müzesinde 11 tane yemekhane varmış), ibadet etmişler sonra da ölmüşler geçti. Ama dışarı çıktığında her tarafın oyulmuş olduğunu görüyorsun. Yani adamlar yemişler, OYMUŞLAR, OYMUŞLAR, süslemişler (çok güzel freskler vardı kiliselerin içinde. üstelik renklendirmeler de harika) ibadet etmişler, çoğalmışlar ve ölmüşler.


       Burası yemekhaneleriymiş. Benim en çok hayran kaldığım şey İNSAN ZEKASI. Ne muhteşem bir nimet (Sübhanallah) sonrasında ise Mimari Zeka. Masa var sandalye var. Daha ne olsun. Üstelik el yapımı oyma...

      Burası triplex'tir. Ne kadar yıl almıştır. oyması..Çoook güzeldi. Rabbim sebep olanlardan binlerce kez razı olsun. Şimdilik bu kadar... Kendinize iyi bakın. Hoşçakalın..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails