29 Ağustos 2016 Pazartesi


Hacı Bektaş Veli

Muhabetle açan gülü, Aşkla dermek isterim
Yaşıyorken dostlarım görüp, sevmek isterim
Dünya ahiret kaygusun, içerimden çıkarıp
Gölümü dost lisanına ağız yapmak isterim
                 Hacı Bektaş Veli


Mayıs ayında Antalya-Side Gezisi ve Canten Kaya Semineri'nde bahsettiğim arkadaş grubumun yönetimi üyelerine özel maddi tarafına kısmen bizimde katılacağımız bir gezi düzenleme kararı aldı. Nereye gideceğimize kendimiz karar verecektik. Bizde bir toplantı ayarladık. Herkesin fikrini söyleyebileceği. Sosyal medyada anket yaptık. Sonuç Nevşehir Gezisi çıktı. Tur şirketleri ile konuşuldu. Bende tur işleri ilgilenen bir arkadaşımla konuştum. Bir fiyat aldım. Oldukça iyi bir fiyattı. Yönetime söyledim. Yeterince güven vermemişim ki yönetim kurulu tarafından anlaşılan bir turla gidilmesine karar verildiğini duydum. Üzüldüm. Arkadaşıma başka bir turla anlaşıldığını nasıl söyleyecektim. Gidene kadar söyleyemedim. Nevşehir'e giderken yolda hala kafamda ya bir yerlerde denk gelirsek nasıl söyleyeceğim diye o kadar rahatsız oldum ki beynim sürekli bununla ilgileniyor, ilgilendikçe yoruluyor bir uyuyor bir uyanıyordum. Zaten Gece 11:00 de yola çıktık. Yani zaman olarak uyumaya oldukça müsait. Ama uykularımı bölen bu konu olmasa hemen uyurdum. Sabah güneş doğarken bir yerlerde mola verdik ve ben o arkadaşımı gördüm. Hemen kızkardeşime
- Baksana o Levent değil mi?
-Hangisi?
-Şu derken hemen görüş alanımızdan çıktı. Hay Allah kabus mu görüyorum derken kardeşimin bakmadığı bir anda yine onu gördüm. Allah'ım nelere kadirsin derken içimdeki merakı yenebilmek için Whatsup'tan kendisine mesaj attım. Ama korka korka. Sabahın köründe ya o değilse. Ne diyecektim?...  "Nasılsın? İyi misin" derken "Ne yapıyorsun?" diye sordum kendisine o da "Nevşehire gidiyorum" dedi. "Neredesiniz" dedim. "İşte Nevşehire 10 dk'lık yerdeyiz" dedi. Sonra o sordu. "Sen ne yapıyorsun?" diye... Bende hem şaşkınlık hem sevinçle "Bende Nevşehir'e gidiyorum 10 dk'lık yolumuz kaldı" dedim. "Yoksa aynı grupla mı gidiyoruz?" diye sordu. Bende "Sanırım evet" dedim. "Kusura bakma!" dedim. "Ne önemi var" dedi. Arkadaş yönünden Rabb'ime binlerce kez Hamd olsun. İyileri karşıma çıkarıyor.  "Nasıl bari kaça anlaştınız" dedim. Bana söylediği fiyatın 100 TL fazlasına... Onun açısından da benim açımdan da iyi oldu. Benim ödediğim fiyat ise İktisatta bir söz  var ödemeye razı olunan fiyat diye... Benim ki de o hesap ödemeye razı olduğum bir fiyattı.  Üzerimden koca bir yük kalktı. Gezi sırasında ya da daha sonra yönetime konulmuş parası ödenmiş olduğundan herhangi bir şey söylemedim. Sonradan gelen pişmanlığın bir faydası olmazdı.

        Bu gezimiz iki gün bir gece sürdü. İlk durağımız Nevşehir'in Hacıbektaş İlçesindeki Hacı Bektaş-i Veli Türbesi ve Müzesi idi. Aslında ikisi de içiçe idi. Girişte ilk karşımıza Hacı Bektaş Veli'nin 'İncisende incitme' sözü ve bu heykeli çıktı.



       Hacı Bektaş-i Veli'nin ayaklarının yanındaki güvercinle heykelini yapmışlar. Bu öylesine güzellik katsın diye yapılmış bir güvercin motifi değildi tabii... Aşık Paşa tarafından yazılan Vilayetnameye göre, Hacı Bektaş-i Veli; Rum erenlerinin Anadolu'ya gelmesinin engellemeleri üzerine güvercin suretine bürünerek Nevşehir/Sulucakarahöyük'e gelir. Yine aynı kaynakta olduğu söylenen (ben sonradan kaynağının Vilayetname olduğunu öğrendim.) bununla ilgili bir hikayesi var benim çok hoşuma giden 
Sulucakarahöyük'e geldiğini öğrenen Rum erenleri Hacı Bektaş-i Veliyi engellemek için aralarında karar alıp Hacı Doğrul'u görevlendirirler. Hacı Doğrul Şahin suretine bürünerek Sulucakarahöyük'te bir taş üzerinde duran güvercin suretinde olan Hacı Bektaş-i Veli'yi bulur. Tam üzerine doğru süzülürken Hacı Bektaş-i Veli insan suretine döner ve şahin suretinde olan Hacı Doğrul'u tutup boğazını sıkar. Aklı başından giden Hacı Doğrul kendine geldiğinde Hacı Bektaşi Veli'den özür diler. Hacı Bektaş-i Veli'ye "Kem bizden, kerem sizdendir"der. Hacı Bektaş-i Veli ise "Ey Doğrul, er, erin üzerine böyle gelmez. Siz, bize zalim kılığında geldiniz, biz size mazlum kılığında. Eğer güvercinden daha mazlum bir yaratık bulsaydık onun donunda (suretinde) gelirdik"der. 

       Jean-Christophe Grange'ın Taş Meclisi'ni okuduğumda bu hikaye aklıma gelmişti. Hacı Bektaş Veli 1209-1271 yılları arasında yaşadığı söyleniyor. Bu kitabın ilk yayınlanma tarihi 2000 yılı. Okudunuz mu bilmiyorum. Okuduysanız ne dersiniz yazar bu hikayede anlatılan olaydan etkilenmiş olmasın? ;)


       Buraya geldiğimizde hava yağışlı idi. İlk gelenler arasındaydık. Hatta Hacı Bektaş-i Müzesinin açılması için biraz bekledik de diyebilirim. İlk girenler arasında olmama rağmen çok ta rahat rahat fotoğraf çekemedim. Girdiğim andan çıktığım ana kadar sürekli dua okuyordum.  Burası alevilerin, sunnilerin hemen herkesin sürekli uğradığı bir yer olduğundan hemen kalabalıklaştı. Fotoğraf çekmek yasak olmadığı halde gelen diğer kişiler rahatsız olmasın diye uygun koşullar oluştuğunda çektim. Bu yüzden bazı yerlerin resimlerini hem bu sebepten hemde süremizin yetersiz olmasından çekemedim.

Yapı Üç Avludan oluşmaktadır: Burası 1. Avlu (Nadar (Altın) Avlusu): Çatal Kapı 

        Burası 2. Avlu (Dergah Avlusu); Arslanlı Avlu: Burda (özellikle alttaki fotoğrafın görüş alanının tam tersinde Arslanlı Çeşme var. Böyle tersinden anlatıyor muşum gibi oldu. Biz gezmek için oradaydık ama ibadet etmek için gelenler de vardı orada onları rahatsız etmek istemedim.) Arslanlı çeşmenin fotoğrafları burdan görülebilir. 




      Müzenin İçi bu şekilde. Bu yerde 12 post olduğu söyleniyor (ben saymadım. ). Herbir post bir makamı temsil ediyor. Benim ninelerim dedelerim eskiden kesilen kurbanların postlarını değerlendirip namazlı yaparlar üzerinde kılarlardı. O zamanlar postun üzerinde namaz kılmak inanılmaz çekici gelirdi bana. 




       Bunların bulunduğu eve Meydan Evi deniyor. Eskiden köydeki evlerde böyle kapaklı olmayan kapları koymak için raflar olurdu. Burada tam bir nostalji yaşadım. O eski anneanneme kaçıp gittiğim günler aklıma geldi. :)


       Normalde ben tam  bu şekil tavanlı evlere alışkındım. Doğu Karadeniz'de eskilerden kalan ahşap evlerde bu tür tavanlar vardı. Sonra yapılan tavanlarda düz tahta şeklinde yapılmaya başlandı. Günümüzde is betondan... :)

       Ama bu alttaki tavan inanılmaz etkileyici... Kalın ahşap girişlerin üst üste konulmasıyla oluşturulan kare biçiminde kubbe görünümlü bir tavan... Bu tür tavanlara 'Kırlangıç Kanadı' deniyor.  İnanılmaz güzel... Meselâ üstteki tavan düz ama bu farklı. Bunun tasavvuf inanışında yedi kat göğü temsil ettiği söyleniyor.

       Gittiğimiz her yerde istisnasız kapılar alçaktı. Eğilerek giriliyor. Hacı Bektaşi tasavvufunu bilenler zaten kapıların alçak olmasını dert etmez. Çünkü onların bunun neden yapıldığını bilirler ve saygı ile eğilerek kapıdan geçerler. Biz bilmeyenler ise bilmeden eğilerek geçeriz Sonrada "Allhah Allah neden bu kapıyı bu kadar alçak yapmışlar." deriz :) Sonuçta eğilerek geçmiş oluruz. Birde kapı eşiklerinde (herbirinde olup olmadığından emin değilim) kimileri belli mezarlar olduğu söyleniyor. O yüzden buralarda durmanın uygun olmadığı söyleniyor.



       Hacı Bektaş Veli'nin Türbesi, Müzesinin, Balım Sultan Türbesinin ve daha bilmediğim yapıların bulunduğu bu bahçe inanılmaz bakımlıydı. Genel olarak ta çok bakımlıydı. Her yer tertemizdi. Elbette bunda burasının aynı zamanda ibadet edilen bir yer olmasının büyük bir etkisi var. 

       Bu bir karadut ağacı. Horasandan geldiği Hacı Bektaş Veli zamanında da olduğu ve 7 asırdan beri meyve verdiği söylenir. Ölüm tarihinden itibaren hesaplarsak ve hala meye verdiği düşünülürse şimdi 9 asır olmuştur.  Karadut ağacı ile Hacı Bektaş Veli arasındaki bağı Aşık Paşa'nın Vilayetname'sinde anlatmış. Buna göre Hoca Ahmed Yesevi Hazretleri ocaktan aldığı ucu yanık dal parçasını (Karadut dalını) Anadolu'ya doğru fırlatıyor ve Hacı Bektaş-i Veli'ye "Git dalı bulduğun yerde bulunan halkı aydınlat" demesi üzerine o da Anadolu'ya gelmiş ve dalı Sulucakarahöyük'te bulduğu ve onu ektiği söylenir.



       Ben orda gezerken birisi beni uyardı. " Burda kahveci Baba Türbesi var" dedi. "Ne?!!". "Evet burda Kahveci Baba Türbesi var." İnanamadığımı görünce böyle tekrar etme gereği duymuştu. Çünkü Arslanlı çeşmenin hemen önündeydi ve o kalabalıkta beni uyardılar da dikkatlice oradan geçtim. Diğerleri üzerinden geçiyordu. Onlar da benim gibi girer girmez bir Türbe ile karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Bilselerdi zaten geçmezlerdi.



        Burası Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük emeği olan Hacı Bektaş-i Veli'nin Türbesinin olduğu yer. Çocukların böyle cıvıl cıvıl ortalarda olması bana "Camide namaz kılarken, arka saflarda gülüşen, koşturan çocuk sesleri yoksa, gelecek nesiller adına korkun." sözünü hatırlattı.




Hacı Bektaş Veli'nin hayali ceylanla aslanın bir arada yaşayabildiği bir dünyaydı. Yani tüm zıtlıkların bir arada ahenk içinde olduğu bir dünya. 
"Madde karanlığı, âkıl nûru ile;
Cehalet karanlığı, ilim nûru ile;
Nefis karanlığı, marifet nûru ile;
Gönül karanlığıda, aşk nûru ile aydınlanır"
            Hacı Bektaşi Veli  

İlime, İlim öğretmeye ve ilmin öğretilmesine büyük önem vermiştir. Nerdeyse bütün sözleri ilimle ilgilidir. "Kadınlarınızı okutunuz. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır. En yüce servet, ilimdir" gibi




5 yorum:

  1. Çok güzel tanıtmışsınız...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil
  2. Güzel bir yazı elinize sağlık. Blogunuzu takibe aldım. Selamlar.

    YanıtlaSil
  3. Ziyaret ettiğiniz, vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  4. 'İNCİNSEN DE İNCİTME!' Ne güzel, ne yerinde bir söz değil mi!.Hacı Bektaş Veli'nin Ruhu şad olsun. Biz de yıllar önce Kapadokya gezimiz içinde Hacı Bektaş Veli Türbesini de ziyaret etmiştik..Fotoğraflarınız ve bilgilendiren gezi yazınızla birlikte sayenizde bir kez daha gözümde canlandı..gitmiş, gezmiş kadar oldum. Teşekkür ederim. Esenlik ve iyi bayramlar dilerim...

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails