4 Kasım 2014 Salı

 Neşe kaynağım...



     Ev hayvanlarını çok severim aralarından en çok ta Muhabbet Kuşlarını. Nedeni ise adında saklı     -Eğitebilirsen- "muhabbet" edebilmeleri. (Benim ki daha muhabbet edemedi beni eğitiyor yakında ben konuşacağım:)) Hep ister dururdum. Eşimde gönlüm olsun diye konuşan cinslerinden bir tane aldı. Ama fazla dayanamadı. Öldü. Nedenini tam olarak bilemiyorum. Eşime göre sebebi bendim. Kuş hastalandı. Bende yıkadım, vitamin verdim, ısıtıcının üzerine koydum çabuk iyileşsin diye. Tabii o da bu ilgiye dayanamadı.Eşim ilk kuşun akıbetini bildiği için tekrar aynı duruma düşmek istemedi. Beni de hiç kırmadı hep erteledi. :)) Ne kadar ölüm sebebi olduğuma inanmasam da eşimdir haklılık payı olabilir. :) 

      Bu durum bundan bir kaç ay öncesine kadar böyle sürdü. Veee bi Muhabbet Kuşumuz oldu ama koruyucu aile konumunda yani süresi belli olmayan vekil sahiplik konumunda. Adını da Boncuk koydu-m-k. :)

       Kuşla ilişkimiz başlarda Vekil sahiplik-Aitlik iken şimdi bildiğiniz hani asker arkadaşlığı varya o yani. :) Benden kaçmak yerine elimi uzattığımda elimin üstüne geliyor, söylediklerimi dinliyor arada sevgisini göstermek için başı ile elimin üstünü okşuyor falan. Bu yeterli mi askerlik arkadaşı olmaya? değil tabii.  Zaten buraya kadar ki kısmını her Muhabet kuşu yapar. Ya bundan sonrasını? Bilmiyorum. Boncuk ilgi beklediği anlarda ama ilgilenmediğin zamanlarda önce ıslık çalar gibi ses çıkarır ve seni yanına çağırır sende yanına gidersin elini uzatırsın o da eline gelir. Eğer duymamış gibi yaparsan ıslık çalar gibi yapmayı bırakır bildiğin sesli sesli öter ve seni yanına çğırır. Zorla kendisi ile ilgilendirtir. (Başlar da böyle değildi yaşarken oldu.:)) Yani ona baktığımdan değil baktırdığından bugünlere geldik :)) 

       Boncuk'un teknoloji ile de arası iyi. Bazen fotoğrafını çekerim. Flash patlar. O kaçmak yerine poz verir. :)





       Yine böyle kuş hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştığı bir zamandı. İçtiği suyu üzerine atmaya çalışıyordu. Hemen sonrasında tüylerini kabartıyordu. Yıkanmak istediğini anladım. Mutfaktan çukur tabağın içine su koydum ve getirdim. Onun içine girdi. Rahat hareket edemedi. Bende yemek tabağı getirdim. Suyu onun içine koydum.  Gerisi aşağıdaki Video'da. (Video'nun sonu çok eğlenceli)




 En komik tarafı da suyu alıp götürdükten sonraki bakışlarında. Sanki "Nerde benim suyum? Nerde benim jakuzim? der gibi bakıyordu. :))

8 Eylül 2014 Pazartesi

Bolu...






Hey hey efeler hey...

Benden selam olsun Bolu Beyine

Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden gargı sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir.

Hey hey gene de hey...
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.

Hey hey efeler hey
Köroğlu düşer mi yine şanından
Çıkarır çoğunu er meydanından
Kırat köpüğünden, düşman kanından
Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır

Köroğlu



       Bilmiyorum hala Köroğlu Destanı'nı bilmeyen var mı? Biz ortaokulda hatta lisede Köroğlu Destanı ile ilgili edebi eserler okurduk. Benimde çok hoşuma giderdi Kahramanlık yazıları (hala öyle). Özellikle bilek gücüne ve zekâya  bağlı olanlar.

       Köroğlu Destanı Bolu'ya olan ilgimin kaynağını oluşturmuştu.  Aradan geçen yıllarda Bolu ile ilgili duyduklarım okuduklarım ve gördüklerim ilgimi arttırdı ve Bolu'ya gitme isteği uyandırdı. Bu zamana kadar gerçekleştirme fırasatı da bulamamıştım.

       Geçtiğimiz günlerde Bolu'ya gitmek nasip oldu. Beklentimin çok altındaydı. Bolu hayalimdeki Bolu değildi elbette sanki küçük bir ilçeydi. Neden beklentilerim bu kadar yüksekti? Neden abartmıştım ki? Adını yeni duyurmuş illerin aksine yıllar önce ün yapmış olabilir, üstelik ünü ülkemizin dışına çıkmış da olabilir, pek çok ülkelerden  buraya yılın her döneminde yerli ve yabancı ziyaretçiler de gelebilir. Bu yeterli miydi beklentileri karşılamaya. Değilmiş... 

       Bolu benim bildiğim ve gördüğüm tek bir caddeden oluşuyor. Ara sokaklar bu caddeye açılıyor. Bu cadde gece ayrı bir güzel oluyor gündüz ayrı...













       Bu caddenin üzerinde pek çok (ben 4'ten sonrasını saymadım.) cami olması dahası eski olması benim çok hoşuma gitti. Sanki Bolu kurulduğu ilk gün gibi. Eski yapılar, evler hala duruyor. Binaların çok azı, camilerin ve halka açık diğer umumi yerlerin neredeyse büyük bölümü restore edildi. Özellikle bu görüntüsü çok güzel. Bolu'nun hoşuma giden bir başka yönü insanların birbirine karşı olan nezaketi ve muhabbeti...

       Burayla ilgili diğer bir izlenimim ise insanlar sanki yaşamak (karınlarının doyurmak ) için yaşıyorlarmış gibi görünüyor. Çünkü sadece bir kişi çok çalışmış gibi görünüyor. O da İzzet Baysal. İzzet Baysal ne yaptıysa o varmış gibi. Bolu adını duyunca hemen aklımda yeşillikler, ağaçlar ve çiçekler ve yemek gelir. Şehir müstakil binalardan oluşmasına rağmen parklar bahçeler (hatta binaların bahçeleri terkedilmiş gibi) çok bakımsız. 




       Sadece Bolu-Merkez de geçirmedik vaktimizi. Gölköy'e gittik. Gölköy Bolu'nun su ihtiyacını karşıladığı barj gölü. ( Biz burayı gezerken Yalova Belediyesi susuzluk nedeniyle günün belirlenen saatlerinde su  kesintisi olacağına dair kısa mesaj gönderdi. ) Burası da çok güzeldi. Malum ben çok vakitsiz gittim ama eminim  İlkbaharda çok güzel oluyordur. Piknik alanları, çamlar ve barajın manzarası çok güzeldi. İnşallah tekrar gitmek nasip olur. Çok isterim.     

24 Ağustos 2014 Pazar

Dikenler Tacı (İsa'nın Çalısı)



       Hırdavat ve Mutfak gereçlerinin satıldığı yerler benim çok ilgimi çeker. Bunun nedeni Mutfak gereçleri için öncellikle bayan olmam. Peki hırdavat ne alaka diye düşünebilirsiniz. Ama en önemli nedeni alışkanlık yarattığı için bazı günlük işlerimizin pratik bir yolunu ya da daha estetik görünümlü olanı bilemeyebiliriz. İşte böyle durumlarda en iyi çözüm buralar oluyor.- Bu tür yerler bana insanların nerelerde zorlandıklarını, ne gibi çözüm ürettiklerini ve sonucun ne olduğunu gösterir. Aslında ne kadar ticari bir olsa da ben bu buluşları yapanların diğerlerine hayatlarını kolaylaştırmak amacıyla yapılmış bir incelik olarak görüyorum. Şu anda kullandığımız her şey bir zamanlar birilerinin düşüncesiydi.- Buraları gezerken bilmediğim herhangi bir araç bulduğumda ne işe yaradığını sormak ve öğrenmek hem bilgi açısından hemde kullanım pratikliği sırasında kazandıracağı zaman açısından beni çok mutlu ediyor. Tabii ki bu yazımda bir hırdavat paraçasından ya da mutfak gerecinden bahsetmeyeceğim.

       Peki neymiş benim bu yazıyı yazmama neden olan? Yolumun üstündeki bu türden bir dükkanın vitrinine baktığımda bu çiçeği görmem. Her gittiğim çiçekçide gözlerim bu çiçeği aradı desem yalan olmaz.Taa ki arkadaşımı ziyarete gidip beni kendi evinde değilde annesinin evinde ağırlamasına dek. Gittim ki ne göreyim. Benim bu çok ilginç ve güzel bulduğum çiçek sehpanın üzerinde. Annesi ile de en az arkadaşımla samimi olduğum kadar samimiydim. Bundan cesaret alarak hemen sorularımı sıraladım. "Nasıl çoğalır? (bu en önemli sorumdu. :)) Güneş, su, açık hava ister mi? Diğer çiçeklerden yetişme açısından farkı var mı? Nasıl toprak kullanmalıyım?" gibi.

       Tabii niyetimi anladı. :) Bir bıçak yardımıyla dalını keserek bana verdi ve " işte bu dalı suya koy. Köklendir ve ek. Bir tane de senin olsun. Evet güneş istiyor ama açık hava olsa da olur olmasa da. Suya da ihtiyacı var ihmale gelmiyor. Toprak olarak dilediğin toprağı seçebilirsin." diyerek hem mutlu etti hem de cesaretlendirdi. 


      Dalı aldım ve söylediği gibi köklendirdim. Yetiştirirken çok bağlandım. Çiçeğin ilginç yapısından dolayı her yeni çiçeği ve yaprağı beni çok heyecanlandırdı. 



       Çiçeklerinin içinden aynı yapıda çiçek vermesi, dikenleri, yapraklarının yapısı hepsi bir bütün olarak çok güzel. Bir de beni -daha önce görmediğim içn- bir sonra ki adımı meraklandırıyor.
  

        Mesela daha önce hiçbir yerde 2. katının daha üstüne çiçek verdiğini görmedim. Şu anda 3. katın çiçeğini verdi hatta 4. katında da filizini verdi.

    


       Benimki görüldüğü üzere pembe ama renk seçeneği çok fazla. (70 den fazla deniyor.)  Bişey daha dikkatimi çekti ki dışardan su püskürtüldüğünde daha bir güzelleşiyor. Hakikatten susuzluğa gelemiyor hemen kendini belli ediyor.

       Bir de....  "Kâinatın mayası muhabbettir." Muhabbetinizi esirgemeyin. :)
       

3 Ağustos 2014 Pazar

      Allah De Ötesini Bırak...


       Musa Aleyhisselam'ın ümmeti, "Ya Musa! Rabb'imizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız." dediklerinde Musa Aleyhisselam, onları azarladı. "Nasıl olur Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir." diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tembihledi. Fakat Musa Kelimullah Tur-i Sina'ya çıkıp, bazı münasahatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:
       "Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?"
      Musa Aleyhisselam:
       "Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten hayâ ederim. Nasıl olur, zat-ı uluhiyetiniz onların söylediklerinden berîdir" dedi.
       Allah:
      "Söyle kullarıma, onların davetine cuma akşamı geleceğim." buyurdu.
      Musa Aleyhisselam gelip kavmini durumdan haberdar etti; hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir sofra hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali ne bir padişah ne bir ulu kişiydi. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşamüstü uzak yollardan geldiği belli, yorgun argın, üstü başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip:
       "Ya Musa! Uzak yollardan geldim, açım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım." dedi
      Hz. Musa (A.S.):
      "Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah gelecek." dedi.
       Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir hala gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, hala gelen giden yoktu. Neyse, ümidi kestiler. Hz. Musa (A.S.) taaccüp içindeydi.
       Ertesi gün Tur-i Sina'ya gidip:
       "Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim, 'Ya sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı.' diyorlar" dediğinde kendisine şöyle hitap olundu:
       "Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen ne kavmin ağırladı."
      Bunun üzerine Hz. Musa Kelimullah:
"Ya Rabbi, bir ihtiyar geldi sadece o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur.?" dediğinde Cenab-ı Allah:
  "İşte ben o kulumla beraberdim. Onu doyursaydınız, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak âciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz." buyurdu.

      Ben bu kıssayı ilk Makâlât'ta okudum. Biraz değişikti ama temelde aynı. O kadar  çok beğenmiştim ki bunu sırf bu kıssa için aynı bölümü tekrar tekrar okumuştum ve hala da okumak isterim. Bu kıssaya başka bir kitapta tekrar rastladım. Kitap zaten güzel ve sevilesi bir kitap bu kıssa ve benim çok önem verdiğim başka bir konuya; nasıl dua edilmesi gerektiğine değindiği için ayrıca çok sevdim.

Kitabın Adı: Allah De Ötesini Bırak
 


       Bu kitabı okumayı çok seven bir arkadaşım tavsiye etti. Kendisi okuyordu. "Ben bitirince sen de okursun" dedi. Beklerken başka bir arkadaşım da aynı kitaptan bize ufak ufak kıssalar okudu. Normalde okuyacağım bir kitabın içeriğinden bilerek ya da bilmeyerek bahsedilmesi beni o kitaptan soğutur. Ama bu sefer böyle olmadı. Aldım ve okudum. Yarım günde bitirdim. Kitap zaten 175 sayfadan oluşuyor.

       Kitap yarı Kişisel Gelişim (manevi ve sosyal yönden) yarı dini bir kitap. Nasıl yani ? Şöyle ki normalde kişisel gelişim kitaplarında yazar söylediği tüm bilgileri hayatında yaşamış sonucunu görmüş ve seni de buna ikna etmeye çalışıyor. Tabii kendi yaşadıklarını örnek göstererek. Eğer uygularsan sende aynı iyi duruma geleceğini savunur. Bu kitap ta ise savunduğu düşünceleri kıssalara, hadislere, ayetlere ve büyük islam alimlerinin o durumla ilgili düşüncelerine dayandırıyor. Ayrıca içinde çok güzel dualar da var. Elbette bir dua kitabı kadar zengin içerikli değil.
       Dua'dan bahsetmişken acaba gerçekten nasıl dua edeceğimizi biliyormuyuz? Etrafımdakilerden ve sosyal medya da takip ettiğim kadarıyla ne yazık ki HAYIR. Bununla ilgili bi kıssa var. Onu da aktarmak isterim.
      Peygamber Efendimiz bir adamın "Allah'ım senden sabır isterim." dediğini duydu ve"Sen Allah'tan sıkıntı (bela) istemiş oldun. Ondan afiyet dile" buyurdu.

       Sabır istersen bela peşinden gelecektir; onlar hiçbir zaman tek başına gezmezler.

 Ramazan ayını ve ardından Ramazan Bayramını geride bıraktık. Bayramı ne yazık ki başka ülkelerdeki Müslüman kardeşlerimizin acı haberlerini duyarak bayram gibi geçiremedik. Onlar için dua ederken doğru dua etmeliyiz. Onların gıyabında dua ederken sadece "Rabb'im onlara Afiyet, Esenlik ve Nimetlerinin en büyüğünü ver." dediğimizde en büyük duayı etmiş oluruz.

Kitapta ayrıca çok güzel sözlerde var. Hepsini beğenmekle birlikte ben sizin için bunu seçtim.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Peygamber Enok'un Kitabı...




       Kitapları çok seven bir arkadaşımla kitaplar hakkında muhabbet ederken, kitap mevzusunu ve hangi tür kitapları okuduğunu merak ettiğim birinin "Peygamber Enok'un Kitabını okunuz mu?" diye sorması muhabbetimize noktayı koydu çünkü okumamıştık. Adını bile duymadık. "aaa nasıl duymazsınız. Bence asıl o kitap okunmalı" Bak bak nasıl da gaza getiriyor bizi. Bu davranışı bizi gaza getirdi mi getirdi. Arkadaşım hemen internetten kitabın siparişini verdi. Kitap üç (3) ayda elimize ulaştı. Tabii bu arada ben sürekli geldi mi? Ne zaman gelir? Gelecek mi? Siparişi İptal mi ettin? Siparişi iptal etmediğini duyunca geç kalmasıyla ilgili espriler falan yani zor bekledim. Kitap geldiğinde ise kitap ince olmasına rağmen arkadaşım 1 hafta da bense 2 ayda zor okudum. 

Nedenine  gelince...

       Nasıl desem bazı kitapları okumadan önce onları daha iyi anlayabilmek için hazırlık yapılması gerekir. Bazen çevremizden, çok sürükleyici bir kitap, çok dolu bir kitap ya da saçma bir kitaptı dediklerini duyarız. İşte bu kitap içerdiği konuyla ilgili hiçbir fikri olmayan için şu kısmı mantıklı gerisinden bir şey anlamadım denebilecek bir kitap. 



       Kitap madde madde yazılmış ama birbirinin devamı. Aynı konu içinde bazen başka bir konuya değiniyor; alakasız odaklanmak biraz zor. Aradaki bağı kurarken yoruluyorsun.

İçeriğine gelince...

       Kitap dini bir kitap. Hz.İdris ile ilgili. Kur-an da bizi "Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o, özü sözü doğru olan bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik" (Meryem Suresi 56-57) ayetleriyle bizi Hz. İdris'ten haberdar ediyor. Kitap Hz. İdris (A.S)'in yüce bir yere yükseltildiğinde gördüklerini yazdığı gelecek nesillere uyarıcı niteliğindeki notlarından oluşuyor.

Konusuna gelince...

       Hiç düşündünüz mü? Rabbim azan kavimlerini kimi zaman bir peygamber göndererek uyardı. Yine sapkınlıklarına devam ettiklerinde ise inanan bir kaç kulunun dışında kalan hepsini yaşadıkları mekan dahil olmak üzere helak etti. Ama sadece yaşadıkları bölgeyi. Bu bölgenin dışındakiler bu durumdan etkilenmediler. Ama  Hz. Nuh zamanında  ne yaşandı da tüm dünyada yaşayan (tüm dünyada yaşayan canlılardan birer çift hariç) canlılar cezalandırıldı ve her yer sular altında kaldı. Bu dönemle ilgili bizim bildiğimiz sadece Hz. Adem, oğulları Habil ve Kabil, Hz. İdris ve Hz. Nuh. Bu dönemdeki yaşanılanlara çok az değinilmesine rağmen ayrıntıları bilmiyoruz. Bu kitap bu dönemle ilgili bilmek istediklerimizin bir kısmını içeriyor. Eee öyleyse kitabı okur öğreniriz ne olduğunu diye düşünülürse tam bu noktada durup kitabı daha iyi anlamak için bu konuyla ilgili kısıtlı kaynaklardan yararlanarak hazırlık yapılması gerekiyor. Çünkü o an gördüklerini o anda yaşayan kişilerin anlayacağı biçimde yazmış. Nasıl ki aynı zaman diliminde yaşamamıza ve amacımızın (karın doyurmak) aynı olmasına rağmen biz çocuklarımıza yemeği çatalla nasıl yeneceğini öğretirken uzak doğudakiler ise çubukla öğrettikleri gibi.

       Tabii ki kitap sadece bu konuya değinmiyor. Günümüzde ülkemizde yeterli ilgiyi görmemesine rağmen geçmişte yaşayan uygarlıkların gelişmesinde önemli yeri olan astronomi ile ilgili bilgilere değiniyor. Şu anda hayatımızda çok önemli yeri olan ay, takvim, günlerin oluşumu ve bunlarla ilgili hesaplamalara da değiniyor. Yine bu konu ile ilgili kitaba ara verip biraz araştırma yapılması gerekir. O zaman taşlar yerine oturuyor. Bu konu benimde çok ilgimi çekmesine rağmen bildiklerim tarih kitaplarında ki sınırlı bilgi kadar. 

       Eğer hazırlık yapılır da okunursa konu ile ilgili pek çok soruya cevap olabilirken aynı zamanda insanın kafasında pek çok soru işareti oluşturabilecek bir kitap. Bana göre bir kitap okunup bitirildikten sonra tek bir tane bile olsa soru işareti bırakıyorsa o kitap yararlı bi kitaptır. Neden mi? Bizi bulunduğumuz yerden başka yöne yönelmemizi sağlayan bir çıkış kapısıdır ve yeni bir şeyler öğreneceğimizin habercisidir. Eğer hazırlık yapılmadan okunursa "bir kısmı mantıklı gerisinden bir şey anlamadım." şeklinde bir durum ortaya çıkar ki bu bizim için zaman kaybıdır. Okunmalı mı? Evet okunmalı. Hem de sorgulayarak ve araştırarak. Hikaye okur gibi ya da okumuş olmak için değil... 

15 Mayıs 2014 Perşembe

Anne Hindinin Yavruları Ördeklere Şefkati


       Bu aileyi çok seviyorum Anne çok şefkatli, korumacı, paylaşımcı ve çok tatlı. Baba ise yine öyle. Bu zamanda böyle bir aile. Hem de bu kadar farklı olmalarına rağmen. Öyle böyle değil, dış görünüşleri bile farklı. :) Nasıl mı?



       Bizim hindinin kuluçka zamanı gelmiş. Annemde hindinin kendi yumurtalarından, belki çıkar diye ördek yumurtalarından bir kaç tane altına koymuş. 3 hindi 6 ördek yavrumuz oldu. Zamanla hindi yavruları çeşitli sebeplerden öldü. Geriye bu 6 ördek yavrusu kaldı. Anneleri de babaları da çok düşkün onlara. Yavrular nereye gitse peşlerinden onlarda oraya. :)


      Bazen öyle komik durumları oluyor ki, bakarken  bile insan çok eğleniyor. Tam bi terapi gibi rahatlatıyorlar insanı. 

       Mesela ördek yavruları nerde su birikintisi varsa oraya gidip dakikalarca oynuyorlar, anne-baba hindiler ise su ile ilişkileri su içmek olduğundan etraflarından geziniyorlar onları korumak için. Daha sonra hep birlikte bu sefer hindilerin gezinebilecekleri bir yerlere gidiyorlar. :)


        Tabi asıl biyolojik anne-babaları olan ördeklerse hala kabullenemediler durumu. Hem kendi türünden olup hemde hindi yavrusu olmalarını belkide. :)

       Geçenlerde evde yemek hazırlarken acı acı bi yavru ördek sesi duydum. Ne oluyor diye bi baktım Ne göreyim. Bay ördek yavru ördeği koşturup kümeste sıkıştırmış. O da zavallım yardım istiyor. Yavruyu kurtarmak içi onların arkasından anne hindi onun arkasından ise baba hindi gitti. Gülsem mi gülmesem mi yoksa bende yavruyu kurtarmaya gitsem mi diye düşünürken ebevyn hindiler yavrularını kurtarmışlar birlikte diğer yavruların yanına gitmişler bile :)


       Boş yere söylemediler doğuran mı bakan mı diye :))
       Mutlu haftalar...  


25 Nisan 2014 Cuma

Bir tatlı huzur... YALOVA (Yürüyen Köşk)



       Bazen yıllarca bir şehirde yaşarsınız da sadece onun bir kısım özelliklerinden yararlanırsınız, eğlence kısmını her zaman yaparım diye kendi kendinizi ikna eder de yapmazsınız ya bende tam bu durumdayım. Yaşadığım yer gerçekten çok güzel  hem görsel olarak hemde imkanları olarak. Şehir küçük olduğundan hastane, okul, AVM gibi hemen hemen her yer yürüme mesafesinde ve en fazla 45 dk. falandır. Yaşanması kolay bir şehir. Gezilecek o kadar güzel yerleri var ki önemli olan şehri bilmek ve tüm özelliklerini kullanabilmek.



        Dedim ya yaşadığım şehirde yaptıklarım çok sınırlı. İşe gidip geliyorum. Öğle aralarında ya sahile yürüyüşe ya da arkadaşlarla muhabbete gidiyorum. Eee  hafta sonları ya ailemin yanına gidiyorum yada evimde ev işleri ile ilgileniyorum. Aslında şehirde bir şeyler yapmak için fırsatım da yok gibi. gibi gibi. Yine ipe un seriyormuşum gibi geldi. :)

      Kız kardeşim Bolu'dan gelmişti. Onuda baya özlemiştim. Birlikte bir şeyler yapalım diye düşünüyordum. Bu 23 Nisan fırsat oldu ve Yalova'nın en meşhur yerlerinden biri olan Yürüyen Köşk'e gittik.

       Bizim gibi 23 Nisanı fırsat bilenler Yürüyen Köşk yolu üzerindeki sahile sıfır piknik alanını doldurmuşlardı. Her yer cıvıl cıvıldı. Manzara ise süper. :)







      Yürüyen Köşk ise apayrı bir güzellikti. Onunla meşhur olan Çınar ağacı da öyle. 




       İstanbul, Bursa, Kocaeli vb yerdeki yaşayan ve sıkılanlar için günübirlik kaçılabilecek bir yer.... Bir yandan manzara seyredersin bir yandan da kuş cıvıltıları arasında çayını yudumlarsın...


30 Mart 2014 Pazar

Kral Begonya


       Bu çiçeği ilk gördüğümde çok beğenmiştim. Ama almadım. Aslında almak ve yetiştirmek aklımın ucundan bile geçmemişti. O zamanlar çiçekleri görerek sevmek yetiyordu bana. Evde hediye edilen Kılıç çiçeği vardı ve yeterliydi. Daha çok çiçek; daha çok bakım, daha çok bakımı ile ilgili düşünmek, daha çok zaman harcamak demekti. Tamam kabul ediyorum Kılıç çiçeğinin her yeni yaprağında her yeni filizinde çok mutlu oluyorum. Buna rağmen sadece Kılıç yeterliydi. Başka çiçek almaya hiç niyetim yoktu.

       Her bu çiçeği gördüğümde ona dokunuyordum. Rengine, kadifemsiliğine, üzerindeki desenlerine bakmak çok hoşuma gidiyordu. Hele her yaprak verişinde gövdesinde oluşan boğumlar -Tıpkı yaşlanan bir kişinin yüzünde oluşan her çizgi gibi- daha çok hoşuma gidiyordu.

       Adına Tiger Begonya deniliyormuş. Bazı yerlerde Kral Begonya... Ben aldığımda daha adını bile bilmiyordum. Çevremde kime sorsam onlarda bilmiyordu.

      Düşüncem değişti ve değişmesi yaklaşık beş yıl aldı diyebilirim. Geçtiğimiz Kasım ayından beri benimde bir Tiger Begonyam var.

       Sadece bir dal yeterliydi bana yetiştirmek için. Alır almaz suya koydum. belli ki yerini çok beğendi hemen kök saldı.


       Sonra toprağa ektim. Toprak olarak bahçe toprağı kullandım. Bahçe toprağının nasıl hazırlandığına bakmak için buradan bakabilirsiniz. Sıcağı ve suyu çok seviyor. Özellike toprağının her yerinin sulanmasına özen gösteriyorum. Hal böyle olunca yeni yapraklar kendini gösteriyor.




       Ektikten sonra yeni yapraklar verdiğini görmek ne kadar beni mutlu etse de bu bağımsızmış gibi görünen yaramaz filiz beni daha çok mutlu etti. :)



       Güneşi de çok seviyor. Özellikle güneşe bakan tarafında daha çok yaprak oluyor. Tıpkı bu resimlerde görüldüğü gibi.




       Bu yüzden belli aralıklarla saksı çevrilmeli ki her yerinden eşit miktarda yaprak gelsin. Çiçekleri çok narin ve zarif. Bana söylenene göre yılda bir kez çiçek açıyormuş, benim ki 4 ayda iki kez çiçek açtı. Bu yönden de beni çok mutlu etti. :)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails